24 Ağustos 2021 Salı

Doğanın Gizli Tehlikesi: İklim Değişikliğine Bağlı Kuraklık

Uzun zamandır çokça sözü edilen, üzerine uzun konuşmalar yapılan, araştırmalar yürütülen, akademik makaleler hazırlanan, hiç gelmeyecek bir gelecek olarak görülen küresel iklim değişikliği son yıllarda artık kendini iyice hissettirmeye başladı. Özellikle bu yıl kendisini kuraklık, sel, orman yangınları olarak belli etti. Öyle ki henüz bir afetin yaraları sarılamadan ülke olarak bir başkasıyla aynı anda mücadele etmek durumunda kaldık. Doğal afetler birbiri ardına yaşanınca; iklim değişikliğinin sert etkileri kanun koyucuları da harekete geçirdi ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın adı "Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı" şeklinde değiştirildi.

Böylece, Tarım ve Orman Bakanlığı bünyesindeki Çölleşme ve Erozyonla Mücadele Genel Müdürlüğü de Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na bağlandı. Ayrıca Bakanlık bünyesinde İklim Değişikliği Başkanlığı kuruldu.

Yine bu süreçte (Ekim/2021) Türkiye, iklim değişikliği ile mücadele amacıyla ülkelerin ortak hareket etmelerini hedefleyen Paris Anlaşması’nı TBMM’ye sunarak onayladı.

Peki tüm dünyayı etkisi altına alarak harekete geçiren “iklim değişikliği“ nasıl meydana geliyor?

Atmosferimizin bileşiminde yer alan karbondioksit (CO2), su buharı (H2O), azotlu bileşikler ve metan (CH4) gibi gazlar, atmosferde ısı tutma özelliğine sahip oldukları için (dünyadaki ısının uzaya kaçmasını engelleyerek) gezegenimizi saran bir battaniye etkisi meydana getirirler. Eğer sera gazları olmasaydı dünyamız buzlarla kaplı bir çöl olurdu. Bu gazların azlığı soğumaya neden olacağı gibi miktarındaki artış da, bir anlamda battaniyenin kalınlaşmasına neden olur.

En basit ifadeyle sera etkisini de şöyle özetleyebiliriz. Dünya’nın ısınmasında en önemli rolü olan gaz; CO2’dir ve doğaya salınan karbonun normalde yarısını okyanuslar, ormanlar emer. Geriye kalan yarısı atmosfere çıkmaya devam eder, ısı atmosferde hapsolur. Ne kadar çok karbon atmosfere geri gönderilirse o kadar çok ısı meydana gelir. Böylece dünyamız bir nevi bildiğimiz sera gibi olur ve ısınır. Isınınca buzullar erir, su seviyeleri yükselir, orman (karbonu hapseden) yangınları başlar, ormanlar yanınca doğa tarafından emilen karbon miktarı düşer ve daha fazla karbon salınımı meydana gelir. Karbon salınımı arttıkça dünya tekrar ısınır ve bu şekilde döngüsel durumun içine girilir.

Günümüz itibarıyla, sanayi devrimi öncesine göre küresel sıcaklıklarda 0,9°C’lik artış meydana geldi. Birleşmiş Milletler, küresel ısınmanın hali hazırda 1,2 °C’ye ulaştığını belirtiyor. Dünya Meteoroloji Örgütü'nün (WMO) raporuna göre 2025'e kadar, dünyamızın sanayi öncesi seviyelerin 1.5 °C üzerinde ısınma; yani bir başka deyişle küresel ısınmanın sınırlandırılması için eşik olarak belirlenen seviyeye ulaşma ihtimali %40 oranında. Paris İklim Anlaşması'nın belirlediği düzenlemeler küresel ısınmanın 2 °C derecenin altında tutulmasını, sınır hedefin de 1.5 °C derece olmasını öngörüyor. Sera gazı salımlarının mevcut artış hızıyla, sıcaklıkların 2060’da 4°C’yi, 2100’de ise 6°C kadar artacağı hesaplanıyor.  

Çağımızda yaşanan iklim değişikliği tamamen insan eliyle oluşan yani; antropojenik etkiler ile meydana gelen iklim değişikliği. Zaten Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) 2013’de 1000’i aşkın bilim insanıyla beraber tamamladığı 5. Değerlendirme Raporu’nda, küresel ortalama sıcaklıklardaki artışın, yani iklim değişikliğinin ”kesin olarak” insan faaliyetlerinden kaynaklandığını ortaya koydu.

En önemli antropojenik sera gazı ise CO2’dir. Sanayi Devrimi öncesinde 280 ppm (ppm; milyonda bir parçacık) seviyesindeki küresel CO2 miktarı, 2020 yılına geldiğimizde 412.5 ppm seviyesine yükseldi. Bu seviyeleri dünyamız en son 3 milyon yıl önce doğal oluşumu (doğal yollarla oluşan iklim değişikliği) sırasında gördü. (Normal şartlar altında 650 Bin yıldır 300 ppm seviyesini aşmamış.) Dolayısıyla antropojenik etkiler ile meydana gelen iklim değişikliğini kontrol altına almak da yine insanın elinde. Bu nedenle son zamanlarda tüm dünya bu konuya dikkat kesilmiş durumda.

Kuraklık

İklim değişikliğinin en yaygın bilinen etkisi sıcaklık artışı etkisi ile kuraklık olsa da, elbette ki etkileri bununla sınırlı değil. Yükselen sıcaklıkların yol açacağı kuraklık ve diğer ekstrem doğa olaylarındaki artış bütün bir ekosistemi ciddi bir tehlike altında bırakıyor.

Ekstrem doğa olaylarındaki artış; özellikle de insan yaşamı için son derece önemli olan, tarım ürünlerinde ürün kayıplarına neden olarak, gıda güvenliğini tehdit ediyor. Çünkü iklim, her türlü doğal riske açık olan tarımsal üretimi doğrudan etkiliyor.

Meteorolojik karakterli doğal afetler içerisinde en kapsamlı etkiye sahip olanı ise hiç şüphesiz kuraklık. Kuraklık, yağış miktarının uzun yıllar boyunca gerçekleşen yağışların ortalama değerinden daha az olması ile ortaya çıkan bir doğa olayı. Türkiye zaten bulunduğu coğrafi konum itibariyle yarı-kurak bir iklim kuşağında bulunuyor ve topografyası gereği düzensiz yağış rejimine sahip. Bu nedenlerle de sürekli kuraklık riski altında yaşayan bir ülke.

Tabii burada şunu özellikle belirtmek gerekir ki; tarım sektöründe kuraklığın anlamı, diğer sektörlerden daha farklı. Çünkü bitkiler için yıl içerisinde yağan toplam yağıştan çok, büyüme dönemlerinde bitki kök bölgesinde var olan su miktarı önemli. Dolayısı ile bitkilerin çıkış ve gelişme döneminde ihtiyaç duydukları suyun toprakta bulunamaması, tarımsal kuraklık olarak adlandırılıyor.  

Tarım teknolojisi ileri ülkelerde bile, tarımsal üretimin temel sorunlarından biri hala kuraklık. Karaların, yaklaşık % 16’sının kurak ve yarı kurak bölgeler olduğu tahmin ediliyor. 

Kuraklık sosyal, çevresel ve ekonomik etkileri olan doğal bir olaydır. Etkisi yaşandığı yılla birlikte birkaç yıl daha devam edebilir. Örneğin, bu yıl yaşadığımız tarımsal kuraklık bazı bölgelerde özellikle tahıl grubunda ciddi ürün kayıplarına yol açtı. Buna bağlı olarak ürün fiyatlarında önlenemez fiyat artışları meydana geldi. Aynı zamanda hayvancılık tarafında yem girdisi olarak kullanılan tahıl grubu ürünler, hem ürünlerin arzında yaşanan sorunlar hem de fiyat artışları nedeniyle, hayvancılık sektörünü de darboğaza soktu. Yükselen girdi fiyatları nedeniyle zor bir dönem geçiren üreticiler, yaşanan sert kuraklık nedeniyle meralarda da üretim yapma imkânına sahip olamadı. Diğer taraftan pandemi etkisiyle önemli ihracatçı ülkelerin kendi gıda güvenliklerini korumak adına stok politikası gütmeleri ve artan dolar kuru nedeniyle ithalat da oldukça zorlaştı. Devlet her ne kadar duruma müdahale ederek üreticiler arası denge kurmaya çalışsa da piyasalarda durum pek öyle kolay çözülecek gibi gözükmüyor.

İklim olaylarına bağlı olarak tarımsal üretimde; verim ve kalitenin azalması (özellikle yeni iklime adapte olamayan tüm tarım ürünlerinde verim düşüklüğü), ürün fiyatlarının aşırı yükselmesi, buna bağlı olarak gıda enflasyonun artması, ürününün tamamını kaybeden üreticilerin, ürün fiyat artışlarından yararlanma imkânının kalmaması nedeniyle bir sonraki sene üretim sezonuna başlarken finansal sorunlar yaşaması, üst üste yaşanan doğal afetlerin etkisiyle riskin artması ve tarımdan kopuşların yaşanması; artık sık sık tartışılan ve gündeme taşınan sorunlar olarak karşımıza çıkıyor. Üstelik küresel iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin henüz tam olarak hissedilmediği günümüzde bile; hava şartlarındaki küçük değişimlerin tarımsal üretimi, üretici ve tüketiciyi nasıl olumsuz bir şekilde etkilediğini gözler önüne seriyor. 

Hava sıcaklıklarında beklenen değişimlerin etkisiyle ürünlerin veriminde azalma, ürün deseni değişikliği (su sıkıntısı nedeniyle kuraklığa dayanıklı bitkilere; hatta belki de yapay gıdaya yönelim artabilir), ürünlerin dikim ve hasat zamanında değişiklikler, sıcaklıkların artış göstereceği bölgelerde ürün yetiştirmeye elverişli tarım alanlarında azalma, sulama suyu talebinde artış, hastalık ve zararlılarda artış gözlemlenebilir. Önümüzdeki dönemlerde de özellikle İç, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri ile Çukurova’da aşırı kuraklık beklenirken Doğu Karadeniz’de ise aşırı yağış beklentileri var. Bu yıl yaşananlar tam beklentileri karşılar nitelikle olaylardı. 

SONUÇ

Bilindiği gibi ülkemizde tarımsal üretimin %75’i doğal yağışlara bağlı olarak yapılıyor. Bu nedenle çoğu üretici kuraklıktan doğrudan etkileniyor. Sulama yapılan alanlarda ise, kuraklığın yaşandığı dönemlerde sulama amaçlı kullanılan barajların doluluk oranlarının düşüş göstermesi, hem o dönemi hem de bir sonraki sezon tarımsal üretim dönemini olumsuz etkiliyor. Damlama ve yağmurlama sulama yatırımlarına ağırlık verilmesi ve kuraklığın getirdiği risklerden korunma faaliyetlerine yönelik üreticilerin bilinçlendirilmesi ve yönlendirilmesi artık sosyal bir sorumluluktan çok sürdürülebilir işletme modeli için zorunluluk arz ediyor.

Kuraklık dönemlerinde tahıl grubunda yaşanan fiyat artışları olumlu karşılansa da; bu durum büyükbaş hayvancılık için büyük bir risk oluşturuyor. Önceki yıllarda benzer kuraklık dönemlerinde yem maliyetlerinin artışı birçok işletmenin kapanmasına, hayvanlarının kesilmesine ya da üreticinin hayvancılıktan çekilmesine neden olmuştu. Benzer bir olumsuzluğun bu yılda da ve benzer dönemlerin ardından yaşanabileceği öngörülebilir. 

Yapılan araştırmaların gösterdiği üzere; bu yıl yaşanan kuraklık, sel, dolu, orman yangınları gibi afetlerin bundan sonraki dönemlerde daha sık yaşanacağı unutulmadan risk modellemelerinin buna göre yapılması artık bir zorunluluk gibi görünüyor. 

2050 yılına geldiğimizde küresel gıda talebinin %70 artması bekleniyor. Talebi karşılamak adına birim alandan daha fazla ürün almayı hedefliyoruz ancak görüyoruz ki önümüzde çok daha temel; doğal afetler sorunu var. 

Birleşmiş Milletler’ e göre dünyanın kalan sağlıklı toprak yüzeyi (üretim yapılabilir) 60 yıl içinde yok olacak. Yani toprağımızı koruyacak önlemler alınmazsa geriye 60 hasadımız kaldı. Ancak şunu belirtmek gerekir ki; ekosistem bir bütündür. İklim değişikliğinin zararlı etkilerinin önlenmesi sadece bölgesel değil aynı zamanda uluslararası düzeyde alınacak önlemlerle mümkün olabilir; önlemler küresel düzeyde olduğu sürece etkin ve sürdürülebilir olabilir.

Ülkelerin iklim değişimine uyum ve olumsuz sonuçlarının azaltılmasına yönelik stratejiler geliştirmeleri sayesinde, gelecekte yaşanması muhtemel zorlukların önüne geçilebilir. Mevcut ve gelecek nesillerin gıda ihtiyaçlarını karşılayacak sürdürülebilir tarım modellerinin hayata geçirilmesi çağımızın öncelikli konuları arasında yer alıyor. İklim değişikliği ile mücadele ve uyum kapsamında modern tarım tekniklerinin geliştirilmesi, tarım sektöründe üretim kayıplarının önlenmesi açısından önemli. Daha önce de belirttiğimiz gibi tarımsal sulama teknolojilerinin geliştirilmesi, toprağa zarar veren kimyasal gübre kullanımını azaltılması ve hatta sıfıra indirilerek organik tarım yöntemlerinin geliştirilmesi ve verimli tarım arazilerinin korunması (toprağın yapısını bozan yanlış toprak işleme yöntemlerini ve anız yakma gibi organik madde miktarını azaltan klasik yöntemleri terk ederek) gibi tedbirleri içeren tarımsal politikaların öncelikli olarak hayata geçirilmesi sürdürülebilir tarım için önemli.


Bahar Çınar

Ziraat Mühendisi


3 yorum:

  1. Bu sene kış bekleniyo.en azindan gecici bi sure kuraklik riski azalabilir.fakat son paragrafi anlamadim,saglikli yuzey topraginin altmis senesi kalmasi demek ne? Kimyasallarla tooragi kirletmemizimi kastettiniz?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba. Yanlış ve bilinçsiz toprak işleme ile meydana gelen erozyon, aşırı kimyasal kullanımı ve yanlış sulama ile meydana gelen organik madde kayıpları toprağın yapısını bozuyor. Bu şekilde devam ederse araştırmalar "faydalanılabilir" toprağın yani üretim yapılabilir kalitede toprağın 60 yıl içinde tükenebileceğini gösteriyor.

      Sil
  2. Köylülerin "toprak artık eskiyor " şikayetleri bu bahsettiğiniz olay sanırım. Kimyasal kullanımı değil de artık bağımlılığı daha doğru olacak.

    YanıtlaSil